Friday, July 18, 2008

ANADOLU'DAN FISILTILAR, SANATLA KIRILAN ONYARGILAR

Amberin Zaman
TARAF GAZETESI
ERİVAN

Sevgili Hrant’la son günlerinde dostluk kuran, uluslararası prestije sahip, araştırmacı, yazar, oyuncu ve film yapımcısı Nouritza Matossian sayesinde Hrant’ı çok daha yakından tanıdık. Matossian, Hrant ile ölümünden birkaç yıl önce tanışmış. Kendisinden o kadar etkilenmiş ki, kimisi İstanbul’da, kimisi Londra’da olmak üzere, uzun uzun mülâkatlar yapıp hepsini kameraya kaydetmiş. İyi ki de yapmış. Hrant’ın katledilişinin ardından bunlardan ayıkladığı fragmanları birbirine örüp Hrant Dink: One Heart Two Nations (Hrant Dink: Tek Yürek, İki Ulus) adında sarsıcı bir belgesele imza atmış.

Matossian’ın filmi beş gündür Erivan’da süren Altın Kayısı Film Festivali’nde gösterildi. Mekân ufaktı, konu büyük, duygular yoğun. Filmin başından sonuna kadar Hrant anlatıyor... Çocukluğunu, Tuzla kampını, Rakel’i, çocuklarını, Türk dostlarını, Agos’u, Türkiye’de Ermeni olmanın sıkıntılarını, verdiği mücadeleyi, ve tabii ki kendisine açılan davaları, yöneltilen tehditleri...

Hrant’ı biz hep Türkçe dinlemiştik. Pekâlâ, bir soydaşı ile konuşurken farklı şeyler mi söylüyordu? Türkiye’yi karalıyor muydu? Asla... Hrant hep aynı Hrant. Açık sözlü, yürekli, sevecen, uzlaştırıcı, duygusal, çocuksu, coşkulu, umutlu, ve ülkesi Türkiye’ye karşı zaman zaman buruk da olsa müthiş sevgi dolu. Filmin bitişinde söz alan Matossian diyor ki: “Hrant Türkler ve Ermeniler hakkında bana açık açık önyargısız konuşan ilk insandı. Türklere Ermeniliğin kötü bir şey olmadığını anlatmak istiyordu.” Ama aynı zamanda Hrant yılmadan Ermenilere de Türklerin kötü olmadığını anlatmak için çabalıyordu.

Aslında Matossian da bu filmi üzerinden Ermenistanlı seyircilerine aynı mesajı veriyor. Türkler canavar değil. Bu Matossian’ın özel tarihi açısından da önemli bir eşik sayılmalı. Zira Kıbrıs Rum kesiminde doğan Matossian tehcirle birlikte memleketi Antep’ten sürülen bir ailenin kızı. Resmî tarihimizin sansürlediği hikâyelerle büyümüş. Matossian’ın en önemli eseri, 1915’te yaşananlara tanık olan ve kaçıp yerleştiği Amerika’da intihar eden Ermeni ressam Arşil Gorki hakkında kaleme aldığı Black Angel, A Life of Arshil Gorky. “Ben Hrant’ı tanımadan önce Türkiye ve Türkler hakkında çok farklı fikirlere sahiptim,” itirafında bulunuyor Matossian. Bu arada seyircilerden biri soruyor: “Hrant Dink’in cenazesinde yürüyen Türkler ‘Hepimiz Ermeniyiz’ derken gerçekten samimiler miydi.” “Evet” cevabını [bizden] alınca, şaşırıyor.

Ermenistan’da ezber bozan, gönül köprüleri kuran diğer film yapımcısı genç bir Türk: Mehmet Binay. Geçtiğimiz hafta CNN Türk’te yayımlanan belgeseli Anadolu’dan Fısıltılar festival kapsamında Ermenistanlı seyircilerle buluştu. NTV’de uzun yıllar başarılı belgesellere imza atmış olan Binay, “Sözlü Tarih” projesi olarak tarif ettiği bu çalışmasında, 1915 olaylarında Toroslar’da bir dağ köyünde kalan, Müslümanlaşan Ermenilerle tanıştırıyor bizleri. “Dönek” olarak anılan Ermeniler kendilerini “Türk” hissetliklerini ancak “farklı” olduklarını da bildiklerini, bunun da aslında “kötü bir şey” olmadığını söylüyorlar. Binay, yakın zamanda verdiği bir röportajda diyor ki: “Benim merak ettiğim, onların neyi hatırladıkları, neyi unuttukları ve unuttuklarını hatırlamaya ne kadar gönüllü olduklarıydı.” Binay, siyasete hiç bulaşmadan, duygusallığa sığınmadan, yalın ama sıcak sinema diliyle, Ermenistanlı seyircileri büyüledi, şaşırttı. Filmin ardından konuşan Binay rahat ve samimi tavırları ile gösterimi farklı bir boyuta taşıdı, Türkiye’deki değişimi sakin sakin güler yüzle anlattı.

Binay kendi duygularını ise şöyle özetledi bize: “Anadolu’dan Fısıltılar’ın Ermenistan’a ulaşması benim için iki açıdan önemliydi. Birincisi; bıraktıkları topraklarda komşuları olan bizler onları nasıl hatırlıyor, onu tüm yalınlığıyla görebileceklerdi. İkincisi de; onlardan geriye kalan insanlar nasıl yaşadılar, ne tür zorluklar çektiler bunu öğreneceklerdi. Fısıltılar güçlükle duyulsa bile insanın aklından kolay kolay çıkmıyor, çünkü onlar binlerce yıldır Anadolu’da yaşayan insanların öyküsü ve izleri de satır aralarında hissediliyor. Sanırım Erivan’da filmi izleyenler vermek istediğim bu mesajı aldılar. Onları biraz üzdüysem, biraz da sevindirebildiğimi düşünüyorum.”


Bu arada Anadolu Kültür’den sevgili Çiğdem Mater’in festival boyunca Türkiye-Ermenistan ilişkilerine sunduğu katkısından söz etmeden geçemiyeceğim. Darısı devlet büyüklerimizin başına.

No comments: